
İnsanlığın kapitalizme yenildiği bir yüzyılı yaşıyoruz. İdealist Sol-Sosyalist ideolojinin çöküşü kadar İslamcı ideolojinin çözülmesi kapitalizme karşı direnci neredeyse tamamen kırmıştır. Daha özelde, yani Müslüman coğrafyasında bu durum daha tehlikeli bir yöne doğru hızla ilerlemektedir. Geçmiş yüz yılda emperyalizm ile işbirliği yaparak ülke kaynaklarını peşkeş çektiren anlayışa ilave olarak, günümüzde küresel kapitalizm ile işbirliği içine giren bir Müslümanlık anlayışı ile karşı karşıyayız. Bu yeni anlayış; merhamet, vicdan, adalet, ahlak yerine dünyevi güç elde etmeyi, hükmetmeyi, egemen olmayı amaçlamaktadır. Bunun için de toplumun bu kesimleri kapitalizmin araçlarını meşru görmekle yetinmeyerek, kapitalizme dinsel-kitlesel bir meşruiyet kazandırmaya çalışmaktadırlar.
Kapitalizmin sembolü İkiz Kulelere yönelik 11 Eylül saldırısından sonra ABD’nin sadece Müslüman coğrafyasına değil, doğrudan İslam Dini’ne yönelik bir strateji geliştirdiği iddia edilmektedir. “Ilımlı İslam Projesi”nin bu amaçla geliştirildiği, dindar-muhafazakâr iktidar modellerinin hayata geçirilmek istendiği ileri sürülmektedir. Ortadoğu’ya demokrasi götürmek gerekçesiyle yeni işgallerin yanı sıra, “Arap Baharı” adıyla da ılımlı/işbirlikçi Müslümanlık anlayışının egemen olacağı iktidarların hedeflendiği tartışılmaktadır. Böylece İslam dinini, Protestanlaştırmak suretiyle, küresel, yayılmacı, vahşi kapitalizmin aracı haline getirmeyi planladıkları düşüncesi bazı Müslüman aydınlar tarafından yüksek sesle dile getirilmektedir.
Bu iddiaların doğru olup olmaması bir tarafa, böyle bir anlayışın İslam dini ile bağdaşmadığını açıkça söyleyebiliriz. Kuşkusuz İslam’ın özüne, ruhuna ve amacına ters ve tamamıyla şekle dayalı bir yaşam biçiminin Müslüman toplumuna hâkim olduğunu inkâr etmek doğru değildir. Asırlardır, gelenekselleşerek günümüze kadar gelen dindarlık anlayışı, ibadetlerle özdeşleşmiştir. Şekil ve ibadetler üzerinden dindarlık kimliği kazanılmaktadır. Ahlak-erdem ise göz ardı edilerek, dindarlığın özelliklerinden bile sayılmamaktadır. Bütün bu sürecin hangi etkenlerle geliştiği bir tarafa, toplumda meydana gelen yozlaşma iyice belirgin hale gelmiştir. Bu nedenle bugün için daha kötü ve tehlikeli olan, Müslümanların fikri-zihni olarak tamamen dünyevileşmesi ve Kapitalist sisteme yine Müslümanlar eliyle dâhil olmalarıdır.
Bugünün durumunu anlamak için karşı karşıya olduğumuzu tabloya bakmak yeterlidir, diye düşünüyorum. Kamu yetkisini baskı unsuru olarak kullanmak, kamu malını çalmak, kamu ve siyaset üzerinden milyarder olmak, Özelleştirme yoluyla kamu malını ucuza kapmak, kamu arazisini ruhsatsız işgal etmek, imar değişikliği yoluyla bina, yalı, villa yapmak, daha vahim olanı bütün bunlara dini cevaz ve fetva vermek yadırganamaz, kınanamaz hale gelmiştir. Aksine bunları yapmakta başarılı olanlar takdir ve saygı görmekte, dindarlıklarına en ufak bir halel bile gelmemektedir. Daha ötesi, bunu yapanlar şayet namaz kılıyor, hayır kurumlarına, cemaat ve dini gruplara bolca bağışta bulunuyor, yılda bir iki defa Umre ziyareti de yapıyorlarsa, hele hele eşleri de başörtülü ise saygı görmeleri, seçilmeleri dini bir gereklilik sayılmaktadır.
Bütün bu sayılanlardan bozulmanın sadece seçkin, elit, zengin muhafazakâr kesim içinde cereyan ettiğini zannetmelim. Ne yazık ki toplumun üst katmanları ile alt katmanları arasındaki ahlaki bozulma birbirine yakın seyretmektedir.
Hiç değişmeyen gerçeklerden biri şudur ki, ahlak ve inanç değerleri itibariyle sorun yaşayan toplumları büyük tehlikeler beklemektedir. Bireysel özgürleşme adına bireycilik, çıkarcılık, ilkesizlik, sorumsuzluk bir toplumun sosyal yapısını sarsacak tehditlerdir. Bunun için dindar nesil yetiştirmek marifet değil, ahlaklı toplum olmak önemlidir. Ahlak ortak değerdir. Dindarlık da şekil ile değil iman ile başlayarak ibadet ve güzel ahlak ile tamamlanır. Bir Müslüman bulunduğu her yerde ve konumda, söz ve eylemlerinden imani, vicdani ve ahlaki olarak sorumludur. Tüccar, esnaf, sanatkar, çiftçi, müteahhit, iş adamı, sanayici, özel ya da kamu çalışanı veya siyasetçi olmak bu sorumluluğu ortadan kaldırmaz. Çünkü İslam sadece inançlardan, ibadetlerden, ritüellerden ibaret değildir. İslam bir hayat tarzıdır. Ve hayatın tümünü ihtiva eder. Bu nedenle de yeniden merhameti, vicdanı, ahlakı, adaleti savunacak bir Müslümanlığa ihtiyaç vardır. Aksi takdirde, gözlerimizi kapattığımız, görmezden geldiğimiz ve devekuşu misali başımızı kuma sokarak kendimizi güvenceye aldığımızı sandığımız bu yozlaşma hepimizi olumsuz etkileyecektir. Bizlerin garantisi de yoktur ancak bizler olmasak bile çocuklarımız, çevremiz, gençlerimiz ciddi tehdit altındadır.
ab_erdogmus@hotmail.com