Google News' te Takip Edin

Bingöl genç haberleri google

DOLAR 32,4470 % -0.13
EURO 34,7840 % -0.56
GRAM ALTIN 2.446,55 % 0,42
ÇEYREK A. 4.000,11 % 0,42
BITCOIN 64.436,02 1.683
ÜYE PANELİ
SON DAKİKA
hava 28°
Google News

Teyrek’ten Yükselen Aşk: Kanber u Zin…

Son Güncelleme :

30 Ağustos 2019 - 21:56

Teyrek’ten Yükselen Aşk: Kanber u Zin…

1700’lü yılların başında o dönem Bingöl’ün Genç ilçesine bağlı Teyrek köyünde yaşayan öksüz ve yetim 7 erkek kardeşin hikâyesi ve bu hikâyeyi ölümsüzleştiren bir kahraman: Derviş Kanber…

 

Aralarında 2’şer yaş bulunan 7 kardeşin en küçüğü 14 yaşındaki Kanber; gözü pek, başı dik ve onurlu… Yetimliğin ve öksüzlüğün ailede oluşturduğu fakirlik ve yokluğa çobanlık yaparak direnmeye çalışan ailenin en küçüğü Kanber…

 

Dönemin silahlı birliklerinden birinin bugünkü Murat köprüsünün yakınlarında kamp kurduğu güne kadar sıradan bir hayatları olan bu aile, bugünlerde 5-6 hanenin bulunduğu ama zamanında binlerce insanın ikamet ettiği Teyrek köyünün onuru için verdiği mücadelenin ve çektikleri sıkıntıların hikayesidir bu…

 

Ailenin en büyüğü olan ağabeylerini evlendirme hazırlığı içinde olan kardeşler bölgeye yerleşen silahlı birliğin başındaki komutanın çadırına bir kız talep etmesiyle ne yapacaklarını bilmez halde kara kara düşünmeye başladılar. Herhangi bir ekonomik güçleri olmayan, elerinde doğru dürüst bir silah bulunmayan bu insanlar yüzlerce kişiden oluşan bu birliği alt edemeyeceklerinin bilincindeydiler. Komutanın insan onur ve haysiyetini yok sayan ve gerçekleştirilmesi halinde büyük bir psikolojik yıkıma sebep olacak bu ahlaksız talebini de gerçekleştirecek kişilikte de değildiler.

 

O akşam derin bir sessizlik vardı evlerinde, hiç kimse konuşmuyor ve ne yapacakları hakkında bir tartışma bile başlatamıyordu. Tam o sırada evin en küçüğü olan 14 yaşındaki Kanber ortaya çıktı ve ‘Bu işi ben hallederim’ dedi…

 

Kanber kardeşlerinden bir bayan elbisesi istedi ve onun içine girdi. Ağabeylerine kendisini komutanın çadırına götürmelerini ve tüm aile bireylerinin Murat köprüsünün yakınlarında bulunan bir derede toplanmalarını söyledi. Sabaha kadar kendilerini beklemeleri ve gelmemesi halinde ise kendisini almadan burayı terk etmelerini istedi.

Kanber, zamanı geldiğinde komutanın çadırına girdi ve bekledi. Komutan içeri girdiğinde Kanber’i yüzü örtülü gördü ve ona doğru yanaştı. Komutanın Kanber’in yüzündeki örtüyü kaldırmasıyla Kanber’in sırtında sakladığı hançeri komutanın kalbine saplaması bir oldu.

Ufak bir çığlık dahi atamadan ölmüştü komutan… Bir köyün onuru, bir kızın şerefi kurtulmuştu. Çadır önünde askerlerin nöbet tuttuğunu bilen Kanber çadırın arka kısmını hançeriyle keserek ve gecenin karanlığından da yararlanarak ağabeylerinin olduğu dereye doğru kaçtı.

 

Kardeşleri Kanber’in üstünü kanlı gören kardeşler ne olduğunu anlamıştı ve hiçbir şey konuşmadan Karaj dağına doğru kaçmaya başladılar.

Komutanın öldürüldüğünün öğrenilmesiyle bütün birliklerin kendilerini aramaya çıkacağını çok iyi biliyordular. Nitekim öyle de oldu. Komutanın intikamını almak isteyen birlikler bütün köyü talan etti ve yağmaladı. Köy boşaldı…

 

Karaj dağının eteklerine varan kardeşlerin en büyüğü , ‘bundan sonra ayrılalım, hepimiz bir tarafa gidelim. Bu şekilde bizleri bulmaları kolay olur’ dedi.

Kardeşler bu fikre sıcak baktılar ama kendi aralarında da bir tartışma daha vardı. O tartışmanın sebebi de bir daha ne zaman buluşacakları ve nerede buluşacaklarıydı.

O anda bir parolanın gerekliğini belirttiler ve gecenin ve toprağın karalığına işaret ederek  ‘Şewa Reş Şıva Reş’ Gece Kara, Toprak Kara’ olsun dediler. Böylece torunları dahi bir araya geldiğinde bu parolayla birbirlerini tanıyabilecektiler…

Bu şekilde anlaştıktan sonra hepsi bir tarafa dağıldı. Ailenin en küçüğü Kanber’de yol aldı ama o kara gecede çarığını kaybettiği için çıplak ayakla yürümek zorundaydı ve ayağı yara bere içinde kaldığından ve aşırı yorgunluktan olsa gerek bitkin bir vaziyette yere düştü ve mecburen konakladığı yerde sabahlamak zorunda kaldı. Ertesi gün ayağa kalkamadığını fark eti.

Allah’tan kendisine bir yardım eli uzanacağını umut ediyordu ve birkaç gün geçtikten sonra uzaklardan bir kişinin onu seyretmekte olduğunu fark etti. Birkaç gün uzaktan el işaretleriyle selamlaştılar. Selamlaştığı kişi bir gece kendisine yaklaştı ve Kanber’i süzdü. Kanber gecenin karanlığından karşısındaki kişinin yüzünü dahi seçemedi. Ertesi gün esrarengiz kişi tekrar geldiğinde Kanber bu kişinin bir kız olduğunu gördü ve onunla tanıştılar. Belirli zamanlarda Kanber’e yiyecekte getiren bu kızın adı Zin idi.

Zin , Knaber’i ziyaret ettiği günlerden birinde uyuya kaldı ve Kanber’in yanında sabahladı. Sabah olduğunda evine dönemeyeceğini söyleyen Zin’e elini uzatan ve gel beraber kaçalım, nerede olsa çalışır ve ekmeğimizi yer, evleniriz demiş.

Zin’in bu teklifi kabul etmesi üzerine Kanber şu şiiri haykırdı.

KARAJ DAĞI KARAJ DAĞI

SENSİN DERDİMİN ORTAĞI

KADALARIN BANA GELSİN

İSTER KURŞUN İSTER AĞI

 

GECE SİYAH YER KARAYDI

BİZİM İÇİN PAROLAYDI

YÜZÜNÜ GÖRMEDİM BİLE

KAP KARANLIK BİR SEVDAYDI

 

GÜNEŞ UFUKTAN UYANSIN

KARAJ DAĞI AYDINLANSIN

İKİMİZ ATAŞA DÜŞTÜK

BEN YANAYIM O YANMASIN…

O günden sonra yola koyulan Kanber ve Zin Çermik’in Bistın köyüne yerleşmişler. Evlenmişler, çoluk çocuğa karışmışlar…

Kişiliği ile kendini ispat eden Kanber gösterdiğin hüner ve duruşla gün gelmiş Derviş Kanber olmuş ve bugün Türkiye’nin bir çok yerinde ikamet eden evlatları ‘Şewa Reş, Şıwa Reş’ paraolasıyla bir araya geliyor ve muhabbet ediyorlar…

Selam olsun…

Veysel ÇELİKER

celikerveysel@hotmail.com

YORUM ALANI

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.