Yıllar oldu ağlamayalı şöyle içten, kimsecikler yokken, namazdayken mesela. “Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden isteriz yardımı” derken… Şöyle hıçkıra hıçkıra…
Kırık dizlerimin üstünden bana bakan ellerime hüzünlü bakışlar atmalıyım. Kalbimin bir yerleri acımalı. Titremeli yürek tellerim. Silmeden ıslaklığını mahcubiyetimin, ‘ben bittim’ demeliyim. Ve ben en tesirli cümlesini ararken pişmanlığın, boğazıma düğümlenen kelimelerin ezikliğiyle istemekteyim, okuyanı da şahit tutarak.
Bir nefeslik ömrün peşindeyim yarınların hesabıyla… Nefesim bitmiş, hevesim tükenmiyor hala. Saklı hazinelerin bekleyeni olmuşum. “Ne var, ne oluyor!” demeden. Kötürüm yolların müdavimiyim artık. Tali yollarında tepinmişim dosdoğru yolun. Yola çıkmayı beceremiyorum bir türlü. Acelem var diyorum, kıyamete doğru. Hem de ağır bir yükle…
Yıllar oldu dua etmeyeli şöyle içten, kimsecikler yokken, namazdayken mesela. “Lâ İlâhe İllâ Ente…” derken… “Senden başka İlah yoktur; sadece yüceler yücesi olan sen varsın: şüphesiz ben zalimlerden oldum” diyemedim lisan-ı Yûnus ile.
Varamadım tadına istemenin; yerlerin, göklerin ve ikisi arasındakilerin sahibinden… Bir törenin ardından iyi dilekler gibi diledim istemeyi, ezberlenmiş birkaç cümlecikle… Halimi arz edemedim Arzın Sahibine. Şahit tutamadım hıçkırıkları çaresizliğime… Yetiş “Ey kalpleri evirip çeviren Allahım!”
Ben bitince kıyametim kopacak, o Büyük Gün’ü bekleyeceğim endişeyle… “Ne hazırladın!” denecek nihayet… Ben heybeme bakacağım, heybem bana… Kırık dökük kalpler, isyanlar, yalan yanlış bilgi kırıntıları, ahlar-vahlar ve beddualar… Boşluğa atılmış adımlar, havanda dövülmüş laflar… Ve nihayet teşekkürü edilmemiş bir beden!
Geç kalmadan, yarına kalmadan, hemen bu an;
Bizi mübarek kılmaya hoş geldin Mübarek Ramazan!
Dua eder, dua beklerim!