Güzelliğin en vıcık boyasıyla badanalanmış, ‘ya beğenilmezsem’ korkusunun en dar sokağından giyinmiş, en mahreminden esirgediği kırıtım yürüyüşler sergileyen kadının geçtiği sokaktayım.
Köşe başlarını, resmigeçit törenlerinin en şaşaalı bakışlarını aratmayan bakışlarıyla, trene bakmakla haklı bir şöhrete(!) ulaşmışların tuttuğu kuçenin arka tarafındayım.
Hani o ‘erkek adamın’ diye başladıkları sözlerin devamında, küçümsediklerine bile rahmet okutacak ahvalde iştigal edenler var ya! İşte bunların bilmem hangi izbeliğinde sabahladığı mahallenin kuytu bir yerindeyim.
Dudağından özgürleştirdiği dumanlarla ‘küçük dağları ben yarattım’ havasında yürüyen, yanına yaklaşan bir alacaklısına “yedik mi” diye efelenen yiğidin(!) semtindeyim.
Haramın her çeşidine karşı kılıç-kalkan kuşandığını iddia eden fakat yeri geldiğinde “ama falanca da” savunmasına girerek su ve elektriği sayaca uğratmadan(!) temin eden uyanık tayfaların geçtiği güzergâhtayım.
İçinde biriktirdiği ikiyüzlülüğün zift kümesiyle ortalıkta dolaşanların parayla imtihanına şahitlik ettiğin yerdeyim. Sahi şeytan niye öpüp başına koymuştu ki parayı! “Aralarından su sızmaz dediklerinin aralarına para sızdı sen şimdi gör felaketi” dediğin yerin en yakınındayım.
‘Hayrım olsun’ diye sunduğun cümle işler, sana oklarla iade edildiğinde ‘bana mı kaldı hayr işleri’ diye veryansın ettiğin şehrin ta kalbindeyim.
Şimdi, “bir musibet bin nasihatten evladır” diyenlerin aksine bir musibete bin musibet daha ekleyen, kalpleri mühürlenmişlerin tozduğu yolun hemen kenarındayım.
***
Ben ‘sevdalar ülkesinin güneşe bakan tarafındayım’ demek isterdim. Alın size gökyüzü, alın size yeryüzü ve alın size arasındakiler… Daha ne istiyorsunuz? Aldığınız nefes size bir şey hatırlatmaz mı? Deyişlerine dinleyici bulmak isterdim ve dinlemek isterdim sevdanın türküsünü yeniden, hep yeniden.
Yine de umutlarım var umuda dair!
Her ne kadar uzak kalsam da kuşların ilahi bestelerine ve yüreğim burkularak baksam da yakınımdan geçen “işte buradayım!” diye şarıldayan ırmağın o serin havasına… Beton dünyanın soğuk suratına karşın “yine de bir gün mutlaka” heyecanını taşıyorum içimde…
***
Sorma bana, “ne işin var buralarda” diye… Bir büyük imtihanın en meşakkatli sorularıyla muhataplığımız var bilirsin. Uzandığım eli cüssesiyle çekmek istiyorum bu yüzden. Ama ne çare! Peşinden sürükleniyorum bahsettiğim adrese doğru.
Bitiyorum!
Tam hicret vakti hani! Korkaklığın şeceresini yazanlar bana da yer ayırmışlardır muhakkak. Çünkü hicretin cesaretini yüklenemedim hâlâ…
Daha çook pişmem lazım!