
Yol almak varmaktı belki ama kavuşmak meşakkat yüklü. Ben zorlukla yoğrulmadım ey dost meşakkat uzak bana. Sırtlayamadım yükünü bu yüzden. Bu yüzden ortak olamadım acılarına.
Hani, hayallerimiz vardı bir ufka sığmayan. Ceplerimizin derinliklerinde kaybolup gittiler. Yitirdik o bize ait düşleri… Şimşeğimizi de kaybettik gökkuşağını da. Artık ne yağmur yağar oldu rahmetiyle, ne de bahar gördük dünya gözüyle.
Bir dost ümidi de kalmadı çalan kapıda. Gelen ya kapıcıdır ya da bakıcı… Yüreğimiz açık beklemedik çünkü.
Ey dost! Kale gibi bir bağ zannediyorduk aramızdakini. Ne zaman ki bir geçimlik girdi aramıza, helvadan putlar gibi dağıldı kaleler.
Söyler misin kaç yüreğin teline dokunduk, kaç dimağ hatırladı iyiliği bizim ellerimizle…
Uzun nutuklar atarak acizliğimize örttüğümüz kefenler boyumuzu geçti de şarkımız dinmiyor üst perdeden…
Bir yalan kaç gramdır bilmiyorum ama altında kalacağımız günler uzak da değil. Kardeşimizin çiğnerken etini, çıkardığımız seslere balıklama dalanlar aynı halayın halkaları. İyi de bu halayı hangimiz başlattı?
Ne fark eder ki dost!
Aynı mideye çalışıyor yumruklarımız nasılsa… Aynı günahın yüküyle yol alıyoruz. Ve benim derdim başkalarını eleştirerek farkındalık yaratmak değil, dostluğumuzun rotasını hatırlatmaktır.
Gün gelende,” haklıydın” desinler diye değildir dediklerim; “dünle beraber gitti cancağızım, ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.” Demek içindir.
Bir tatlı bakış aldı bizi bizden düştük günahlarımızın peşine. Aman dilendik ki yanlış adrese! Alıp avuçlarımıza yüreğimizi, okutamadık sahibine. Bir ıslık çaldık ki eller cepte; cenneti ‘biz’, cehennemi ‘siz’ yaptık.
Aynı coğrafyada aynı güneşe merhaba dedik. bizim olmayanı yücelttik ve aynı kaderde yürüyenler olarak kabullenmedik bir diğerini. Kovulmanın eşiğinde isyan türküleriyle durduk ki halaya, Bir sıkımlık canımızla dağlara meydan okuduk.
Had bilmek en büyük erdemlilikti oysa. Sahi neydi takva? Masum okumalar mağrur tavırlar üretti “tek doğru var o da bende!” tut tutabilirsen ki imkânsız.
Sanırsam kaçırdık elimizden iyiliği ve bir bozuk paraya sattık sadakayı. Değirmende değil ama kuru bir inatta beyazlattık saçları.
“Çok zaman kaybettim” diyordu Cemil Meriç. çok zaman ve biraz da ümit. Biz galiba zamanla beraber kendimizi de kaybettik dost. Elde var; kefene ramak kala…
Gel dostum!
Farkındalığınla gel.
Açarak kollarını; önyargısız, saf halinle gel.
Gel, kendin olarak gel.
Küfretmeden,
Tekfir etmeden,
‘Ama’ları çoğaltmadan gel.
Gel, hesapsız gel.
İnsanlığınla,
Dostluğunla gel.