
Bu derin yapılanmanın adına ne denirse densin, herhalde devletten daha güçlü değildir. Aksi takdirde koskoca devletin, bir fesat organizasyonunun kuklası olduğunu söylemek gerekecektir. Zira eğer daha güçlüyse, devletin bizatihi kendisi demektir. Bu “derin devlet” yapılanmasına bir isim verilmesi gerekliliği normaldir, çünkü onca hukuksuzluğun olduğu bir yerde, tüm bu hukuksuzlukların bir sorumlusunun olması gerekmektedir. Ayrıca bu “sorumlu” öylesine gizli, öylesine nüfuz edilemeyecek bir güç olmalı ki, halk nazarında iktidarlar dahi bu gücün baskısı ve tehdidi altında görünmelidir.
Bu aldatıcı ve yanlış algının değişmesi için anayasa ile belirlenmiş “hukuk devleti” tanımının doğru anlaşılmasına ihtiyaç vardır. İşte bu nedenle halkın, “derin devlet” veya “Ergenekon” diye isimlendirilen gizli yerler yerine dikkatini yöneltmesi gereken yer, gördükleri, bildikleri devlettir. Öyleyse sorun, hukuk devletinin ihtiva ettiği anlamdadır.
Hukuk devleti, devletin bütün uygulamalarında hukuka bağlı hareket etmesi anlamında kullanılmaktadır. Oysa gerçekte hukuk devleti, devletin ön gördüğü ve devlet egemenliğini esas alan bir sistemin adıdır. Bu nedenle ‘hukuk devleti’ ile ‘hukukun üstünlüğüne dayalı devlet’ tanımı arasında ciddi bir ayırım söz konusudur.
Esas itibariyle her devletin bir hukuku olmak zorundadır. Yasaları ve anayasası olmayan hiçbir devlet yoktur. Bu bağlamda her devlet, aynı zamanda bir hukuk devletidir. Prof. Dr. Levent Köker’e göre, özünde “hukuk devleti”nin sınıfsal nitelikli bir kavram olduğu tezi dikkate alındığında hukuk devleti, “burjuvazinin kendi sınıfsal hâkimiyetini pekiştirmek için, “kendi devleti”ni savunmak için bulduğu bir tabirdir. Böylece, sadece “burjuva devlet”, “hukuk devleti” niteliğini taşıyabilirken, diğer bütün devletler “despotizm” niteliğine bürünmüş olmaktadır.” Bu nedenle olsa gerek, Türkiye gibi “darbe hukuku” ile yönetilen devletler dahi burjuva egemenliğine dayanmayan ülkeleri, anti-demokratik ve despot olarak nitelendirebilmektedir.
Devletin, kendisinden beklenen işlevleri yerine getirebilmesi için gerekli maddi güçlerle donatılması ve büyük bir organizasyona dönüşmesi, toplumu baskı altına alması ve keyfiliğe kayması sonucunu doğurmuştur. İnsanlık tarihi de bunun sayısız örnekleriyle doludur. Bu yüzden, devlet iktidarının, insanların aleyhine işleyen bir aygıt haline gelmemesi için bir korunmaya ihtiyaç duyulmuştur. Ancak hukuk devleti tanımı, halkı devletten koruma yerine devleti ve egemen sınıfı halktan koruyan bir sistem olarak uygulamaya konulmuştur. Bu korunmanın gerçek formülü ise, devletin hukuka bağlı kılınmasıdır. Zira ancak böyle bir düzen içerisinde, güvenlik ve barış sağlanabilir; eşitlik, özgürlük ve adalet gibi değerler yeşerir.
Bugün ileri demokrasi ile yönetilen ülkeler, hukuk devleti yerine, sınıf egemenliğine dayanmayan bir kavram olarak tanımlanan “hukukun üstünlüğü” prensibini hayata geçirmeye çalışmaktadır. Bu nedenle benim anladığım ve savunduğum hukukun üstünlüğü prensibine dayalı devlet; her eylem ve işlemi hukuka uygun, insan haklarına dayalı ve bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, adaleti tüm devlet organlarına egemen kılan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde, yasa koyucunun da bozamayacağı evrensel temel hukuk ilkeleri bulunduğunun bilincinde olan devlettir.