Türkiye ölçeğinde bu farkı görmek daha kolaydır. Alevi toplumunun Hilafet’in kaldırılmasını davul-zurna eşliğinde, bayram havasında kutlamalarının önemli gerekçesi de bu olsa gerek. Ancak Sünnilere karşı cumhuriyet zırhı, onları özgürleştirmek yerine Modernizmin inkârcı uygulamalarının merkezine almıştır. Kızılbaş Alevilerin bu tehlikeyi erken fark ederek kendilerine ait kapalı dünyalarında yaşamayı tercih etmeleri yönündeki talepleri ise kanlı bastırılarak geri çevrilmiştir.
Modern bir toplum inşasını hedef alan cumhuriyet rejimi, taban olarak seçtiği Alevi toplumuna hiçbir zaman güvenmemiştir. Çünkü özü itibariyle Alevilik, İslam dininin ve İslam medeniyetinin bir parçasıdır.
Cumhuriyet rejimine karşı bir başkaldırı söz konusu olmadığı halde Dersim’de erkek-kadın, çocuk-yaşlı ayırımı yapılmadan yaklaşık 14 bin insan suçsuz olarak katledilmiştir. Böylece bir nesil annesiz, babasız, bazıları da kimliği değiştirilerek yetişmiştir. Böyle bir toplumun devlete güvenmesi nasıl mümkün olabilir? Alevilerin devlete yakın ve Cumhuriyet yanlısı görünmeleri, tıpkı Sünni dindarların başvurduğu gibi bir takiyye yöntemi sonucudur.
Bu gerçeği asla göz ardı etmeyen siyasal sistem Aleviliği, Sünni İslam muhalefetine karşı bir denge unsuru olarak kullanmış ve özellikle 1950’den sonra CHP ile de kontrol etmeye çalışmıştır. Dikkat edilirse, tarihi süreç içerisinde Alevilerden büyük destek alan CHP, Alevi talepleri için ciddi hiç bir siyasi girişimde bulunmamıştır.
Dikkatlerden kaçırılan önemli bir husus da şudur. 1950’li yıllara kadar Aleviler muhafazakâr bir toplum niteliğindeydi. Adnan Menderes’in Alevi toplumuna yakın ilgi gösterdiği bilinmektedir. Daha sonra, sağ siyasetin giderek uzaklaşmasıyla Alevilerin CHP/Sol siyasetin ağırlıklı tabanı haline geldiği görülmektedir.
CHP ve Sol siyasetin yönlendirmesi kadar, asimilasyon ve inkârla Alevilere dayatılmak istenen Sünni din kimliğinin etkisi de inkâr edilemez. Bunun en belirgin örneği, 12 Eylül askeri rejim tarafından Dersim başta olmak üzere, Alevi köylerinde inşa edilen camiler, atanan Sünni din görevlileri ve zorla ailelerinden alınarak Kur’an kurslarına verilen çocuklar gösterilebilir.
Dayatmalar sadece 12 Eylül uygulamalarından ibaret değildir. Genel olarak Diyanet İşleri Başkanlığı üzerinden tek tip bir din ve tek mezhep anlayışı geliştirilmek istenmiştir. Esas itibariyle bu uygulamalar sadece Alevilere değil, Hanefi mezhebi dışında kalan başta Caferi ve Şafiiler olmak üzere Müslümanların hepsine uygulanmaktadır. Şafiilerin yaşadığı bölge, şehir, kasaba, mahalle, köy, hatta üç-beş hanelik en ücra mezralara dahi Hanefi din görevlileri, dolayısıyla da Hanefilik planlı, programlı ve sinsi bir şekilde dayatılmıştır.
Tek devlet, tek millet, tek ulus, tek din ile yetinilmemiş, tek mezhep projesi de uygulanmıştır. Ancak bu durum Hanefi mezhebine bağlılıktan değil, asimilasyonu dolayısıyla modernizasyonu kolaylaştırdığı içindir.
Sünni ve Şii âlemine göre daha fazla direnç gösteren Aleviler sol-siyaset kuşatması, 12 Eylül darbesi ve genel olarak Cumhuriyet ile uygulanan asimilasyon politikaları neticesinde denilebilir ki modernizmin mağduru olmuşlardır. Ne yazık ki; Laikçi-Sol siyasetin katkısıyla Aleviler, muhafazakâr siyasetle değişen Sünniler gibi modernizmin bütün olumsuzluklarını içselleştirmiş durumdadır.
ab_erdogmus@hotmail.com