Kur’an’da Allah, “Hiç şüphesiz, Biz her şeyi kader ile yarattık.” (Kamer Suresi, 49) ayetiyle dünyadaki her varlığın bir kaderi olduğunu bildirir.
Kader; zaman ve mekândan münezzeh olan Allah’ın, geçmiş ve gelecek tüm olayları tek bir an olarak yaratmasıdır. Allah sonsuz kısa olan zamanda, sonsuz önceyi ve sonsuz sonrayı yaratmış ve bitirmiştir.
Kaderi anlayabilmede, zaman konusu önemlidir. Zaman, bir anı başka bir anla kıyasladığımızda ortaya çıkan algıdır. Örneğin sokağa baktığımızda, görüş alanımıza giren ilk insan ile ikinci insanı gördüğümüz an arasında bir süre olduğunu düşünür ve arada geçen süreye zaman deriz. İkinci insanı gördüğümüz anda, ilk insana dair bilgi zihnimizdeki bir bilgidir. O bilgiyi yaşadığımız anla kıyaslar ve zaman algısını elde ederiz. Bu kıyaslamayı yapmasak zaman da olmayacaktır.
Beynimizde muhafaza edilen bilgiler arasında kıyas yaparak zaman algısına ulaşırız. Hafızamız olmasa, beynimiz de bu yorumları yapmayacaktır ve dolayısıyla zaman diye bir algı da oluşamayacaktır. Hatta hafızamız olmasa, şu ana kadar yaşadığımız yıllara dair bir bilgi de beynimizde bulunmayacak ve bizim için yalnızca şu ‘an’ olacaktır.
Zaman algıdan ibarettir ve tamamen algılayana bağlı, yani izafi/göreceli bir kavramdır. Zamanın akış hızıyla ilgili bilgi, algılayana göre değişir.
Albert Einstein’ın İzafiyet Teorisi ya da Görelilik Kuramı olarak da isimlendirilen teorisine göre uzay ve zaman bir algıdır. Mutlak zaman yoktur; uzay ve zamanı algılamamız, bulunduğumuz yere ve hareketlerimize bağlıdır. Bir cismin hızına ve konumuna (çekim merkezine olan uzaklığına) göre, zaman hızlı veya yavaş geçer. Cisim hızlandıkça (çekim merkezlerinin yakınında) o cismin üzerinde zaman yavaşlar. Yani hız arttıkça zaman kısalır, sıkışır; daha yavaş işleyerek sanki ‘durma’ noktasına yaklaşır.
Einstein’ın çok bilinen ‘ikizler’ örneği ile açıklarsak: İkiz kardeşlerden, ışık hızına yakın bir hızla uzaya çıkan kardeş, dünyaya geri döndüğünde ikiz kardeşini kendisinden çok daha yaşlı bulacaktır. Bunun nedeni uzayda hızla seyahat eden kardeş için zamanın daha yavaş akmasıdır.
Bir cismin hızı gibi, konumu da zamanı etkiler. Genel Görelilik Kuramı, çekim merkezlerinin yakınında zamanın daha yavaş geçtiğini kanıtlar.
Ünlü fizikçi Stephen Hawking, bu gerçeği Zamanın Kısa Tarihi adlı eserinde yine bir ikiz örneğiyle şöyle anlatır:
“Görelilik kuramı mutlak zamanı çöpe attı. Bir çift ikizi düşünelim. Diyelim ki ikizlerden biri dağın tepesinde yaşasın, ötekisi deniz yüzeyinde. İlk ikiz, ikincisinden daha çabuk yaşlanacaktır. Yani yeniden karşılaştıklarında öbüründen daha yaşlı olacaktır.”
Dolayısıyla zamanın olmadığını bilim de kabul eder. Zamanın yokluğu, kaderin bilimsel bir gerçek olması demektir. Bu gerçeği kanıtlayan bilimsel bulgulardan birkaçı şöyle:
Max Planck Enstitüsünden Prof. John-Dylan Haynes, 2008 yılında yaptığı deneyinde, bizim henüz bir şeyi yapmaya karar vermemizden saniyeler önce bilinçaltımızın zaten o kararı aldığını kanıtlamıştır. [1]
Bu deneyde, bir manyetik rezonans beyin tarayıcısı içerisine giren deneğin ellerine bir takım tuşlar verilir ve üzerine odaklanıp rastgele basması istenir. Tarayıcı, tuşa basma anı ile beynin karar verdiği an arasındaki farkı gösterir. Tarayıcının aldığı beyin sinyallerinden, denek tuşa basmadan 6 saniye önce kararın çoktan verildiği anlaşılır. Bilinçaltımız saniyeler önce karar vermiştir bile. Bu ise biz daha yapmaya karar vermeden, beynimizin 7 saniye öncesi bu komutu aldığını, daha sonra elektrik sinyalleri olarak bize bildirdiğini ve sonrasında bizim o ‘şey’i yapmakta olduğumuzu gösterir.
Prof. Haynes: “Kararlarımızın bilinçli olduğunu düşünürüz, ama veriler göstermiştir ki bilinç yalnızca buzdağının ucudur” diyerek zamansızlık ve kader gerçeğini gözler önüne sermiştir.[2]
Karar alma ve yapma arasındaki bilinç/beyin bağımızı California Üniversitesi nörofizyologlarından Prof. Benjamin Libet de araştırmıştır. Libet’in 1973 yılında parmak hareketleri üzerine yaptığı deneyler tüm kararlarımızın, seçimlerimizin önceden belirlendiğini, bilincin ise her şey olup bittikten yarım saniye sonra devreye girdiğini ortaya koymuştur. Bu durum diğer nörofizyologlarca da, hep geçmişte yaşadığımız ve bilincimizin tüm yaşananları yarım saniye sonra gösteren bir “monitör” gibi olduğu şeklinde yorumlanmaktadır. [3]
Benjamin Libet yaptığı ölçümler sonucunda şöyle bir sonuca varmıştır: “Normalde tüm algılar beyne iletiliyor. Burada bilinçaltında değerlendirilip yorumlanırken, benlik hiçbir şeyin farkında değil. Zihnimizde canlanan, yani farkına varabildiğimiz bilgilerse epeyce uzun bir gecikmeden sonra, kortekse (bilincin bulunduğu bölgeye) gönderiliyor.”
Kader konusu sadece nöro-psikolojik alanın değil, genetik, mikro-biyoloji, fizik ve kuantum fiziği dallarının ciddi bir inceleme konusu olmuştur. Einstein’in görecelik kuramı ve zamansızlık gerçeği çalışmalarından, Heisenberg’in belirsizlik kuramına kadar onlarca yıl süren çalışmalar, sadece insan hayatı değil, bugün sınırlarını bilmediğimiz evrenin de belirlenmiş bir kadere sahip olduğunu ortaya koyar.
New Scientist dergisinin 2006 Kasım ayına kapak olan Hollandalı fizikçi Gerard Hooft’un 10 yıl süren deneysel araştırması, kaderin fizik bilimi açısından kanıtını ortaya koymuştur. Bir atom parçacığının nerede ve ne hızda hareket edeceğini 43 saniye önceden tespit eden bir model geliştiren Hooft’un bu çalışması bilim çevrelerinde deprem etkisi oluşturmuştur. [4]
Dünyanın en iyi matematikçileri arasında gösterilen John Conway’in deyişiyle: “Eğer Hooft gibi bir insan atomun konumu ve hareketini aynı anda tespit edebiliyorsa, üstün bir zekâya sahip olan bir varlık evrendeki tüm parçacıkların etkileşimini takip edebilir. Bir başka deyişle özgür irademizle yaptığımız seçimlerin belirsizliğinin ardında belirleyici bir düzen vardır.” [5]
Bir diğer fizikçi Julian Barbour ise “The End of Time” adlı kitabında, insanın her anının hiçbir zaman kaybolmadığını ve sonsuza kadar diğerleri ile birlikte yaşamaya devam ettiğini bilimsel olarak açıklamıştır. Discover dergisi tarafından yapılan bir röportajında da, Barbour: “Ne geçmiş var ne de gelecek. Aslında zaman ve hareket illüzyondan başka bir şey değil” diyerek zamansızlık gerçeğini dile getirmiştir. Barbour ayrıca, evrende her bireyin yaşamındaki her anın sonsuza kadar var olmakta olduğunu söylemiştir. [6]
Zamanın bir algı olduğunu, yani yaşanmakta olan ne varsa, her şeyin tek anda var olduğunu Lincoln Barnett’in “Evren ve Einstein” ve Nobel ödüllü genetik Profesörü François Jacob’ın “Mümkünlerin Oyunu” gibi yüzbinlerce adet basılmış bilimsel gözlemlere dayalı kitap çalışmaları çok net bir şekilde anlatmaktadır.
Tüm bu bilgilerden çıkan sonuç, zamanın algı olduğu gerçeğinin bir kez daha kanıtlanmış olmasıdır. Ve bu gerçek, yüzyıllar önce Kur’an’da haber verilmiş bir bilgidir. Çok uzunmuş gibi algıladığımız dünya hayatının gerçekte çok kısa olduğu, Kehf ehlinin üç yüzyılı aşan uyku hali, cennet ve cehennem hayatı hakkındaki detaylı anlatımlar gibi…
Haftaya devam edeceğim inşa’Allah.